Merhaba,
Bu sayıda çalışmalarınızda kolaylık sağlaması açısından rahat ve planlı çalışma teknikleri ile ilgili yazmak istedim. Herkese faydalı olacağını düşünüyorum. Yine oldukça faydalı olduğu kadar tepki çekecek bir olay üzerine de yazacağım: Marka Hastalığı
Hızla giriş yapıyorum!
“Çalışmak istiyorum ama bir türlü başlayamıyorum…”
Bu cümleyi birçok tanıdığım müzisyenden ve öğrencimden duymuşluğum vardır. Hatta aramızda kalsın, eminim ki defalarca düşünmüşümdür bunu eskiden. Ancak bunun bir çözümü var; hem de çok kolay!
Planlama
Eğer sıkıcı bir şeyi planlarsanız, o plan gerçekten bozmak içindir; fakat burada planladığımız, en sevdiğimiz uğraşlardan biri, o nedenle bozma ihtiyacı duymayacağımızı düşünüyorum.
Sizden elinizde bulunan çalışmaları Teknik, Armoni ve Kulak çalışmaları olarak ayırmanızı isteyeceğim. Eminim ki (varsa)beraber çalıştığınız eğitmenleriniz size bunları sağlamışlardır *.
Şimdi; bu çalışmaları günlere bölelim:
1.Gün – Teknik ve Pratik
Teknik alıştırmalarımızı bugün yapacağız. Sağ-sol el egzersizleri, pozisyonlama ve geçiş alıştırmaları, yürüyüşler 1.günün konusu olacak. Basınızı her elinize aldığınızda tekrar etmeniz gereken alıştırmaları saymıyorum tabii.
Çalışma süresi: 30 – 40dk
2. Gün – Armoni
Bir basçının en yakın dostu armoni olabilir, korkmaz ve anlayarak, tanımaya çalışarak bakarsa tabii. 2. Gün alıştırmalarımız, gamlar, modlar, akor düzenleri ve dikey yatay armoni çalışmaları üzerine olacak. Mevcut çalışmayı basımız üzerinde uygulayacağız. Burada en önemli durumlardan biri de enstrümanımızın her daim doğru akortta olmasıdır. Bu durum bir yandan kulağımızı geliştirirken diğer yandan hata yapmamızı engeller.
Çalışma süresi: 30 – 35dk
3. Gün – Kulak Çalışması
Maalesef müzisyen adaylarının en az üzerine eğildiği konulardan biri duyma egzersizleri. Bu konudaki egzersiz ve çalışmaları mutlaka eğitmeninizden, çevrenizde bulunan iyi bir müzisyenden veya güvenilir bir internet kaynağından temin etmelisiniz. İnternet kaynağı için www.musictheory.net oldukça güzel alıştırmalar ve testler sağlamakta. Kulak çalışmasında genelde tuşlu çalgılar kullanılır ancak bunun yanında, duyduğunuz seslerin karşılıklarını enstrümanınız ile vermek de size çok şey katacaktır.
Çalışma süresi: 30 – 35dk
4. Gün – Radyo Günleri!
Radyo, günümüzde ağırlıklı olarak trafikte hayattan soğuduğumuz anlarda ve dj’e para vermek istemeyen mekânlarda duyduğumuz bir cihaz olarak kaldı gibi görünebilir. Ancak hepimizin evinde olması, şimdi çok avantajımıza olacak! Mevcut radyo kanalları içerisinden sevdiğimiz birkaç tanesini bularak başlayabiliriz. Şimdi sıkı durun! Bulduğumuz radyo kanalı (muhabbete değil de parça akışına denk gelmek önemli) ne çalarsa o parçanın önce tonunu bulmaya çalışacağız, ardından gamını tahmin etmeye, onu da yapabilirsek tüm rifflerini çıkarmaya çalışacağız. Evet, başta zor gelebilir ancak kendimizi geliştirmek için oldukça başarılı bir çalışma olacaktır.
Hatta bir de puan sistemi var:
Parçanın;
Tonunu bulmak: 10 puan
Gamını bulmak: 50 puan
Tamamını çıkarmak: 100 puan
Kendi geliştirdiğiniz bir kotalama sistemi olabilir, aştıkça yükseltirsiniz. Başlangıç için 250 – 300 puan ideal. Söylememe gerek yok ama hatırlatayım, hâlihazırda çalmış olduğunuz, önceden bildiğiniz parçalar sayılmaz! O nedenle farklı radyo istasyonlarını da dinlemeniz faydanıza olacaktır.
Oyun süresi: 30dk
Önemli hatırlatma:
Daha fazlası her zaman size kalmış ama bazen uzun bazen kısa çalışmak veya bazen de hiç çalışmamaktan çok daha iyisi, her gün planlı ve sabit sürede çalışmaktır. O nedenle süreleri oldukça kısa ve dikkatimizi en verimli kullanabileceğimiz bir aralıkta tutuyoruz. Unutmayın ki “Günde 8 – 10 saat çalışıyorum!” diyenlerin çok büyük bölümü yalan söylemekte, birçoğu da ne çalıştığını bile bilmemektedir. Uzun süreler değil vasıflı çalışma önemlidir.
Bu programı kullanabilir ya da benzer vasıfta bir program kendinize siz de çıkarabilirsiniz, önemli olan uymak ve düzenli uygulamak. Bir de 4.günden sonra hafta başını beklemiyoruz, tekrar 1.güne dönüyoruz J
Sadece 1 – 2 ay bile bu sistemle çalıştığınızda kendinizdeki değişimin farkına varacak, daha önce güç gelen birçok parçayı ne kadar rahat çıkarıp çaldığınızı göreceksiniz.
Şimdi sıkı durun çünkü çok sert bir eleştiri yazısı geliyor!
Marka Hastalığı!
Birçok insanın tek tip ve sadece marka giyinen insanlar hakkında ne denli sert konuştuğuna şahit olmuşsunuzdur. Bu insanların büyük bir kısmı aynı zamanda müzisyendir de. Ve yine bu insanların enstrüman ve ekipman hakkındaki tutucu konuşmalarına, sizi aşağılarcasına, beğendiğiniz enstrümanın aslında “kötü, işe yaramaz, uyduruk, kalitesiz” olduğuna dair demeçlerine rastlamışsınıdır mutlaka.
Demek istediğim; eleştiri ve farklı bakış açıları iyidir. Ancak; bir iki züppenin, teknoloji ve tasarım olarak yüzlerce insanın, sanatçının çalıştığı, tasarladığı ve ürettiği, oldukça da başarılı olan enstrüman veya aygıtlar üzerine “olmamış, çok kötü” şeklinde konuşması da ne kadar önemsenmelidir, tartışılır.
Burada marka yazmayacağım ancak siz bir fikir edinebilirsiniz hangi markalardan bahsettiğimi araştırarak (yüce google)
Örnek vermek gerekirse; yıllar önce oldukça bilindik bir marka (A Firması), piyasayı kırmak için aynı kalitedeki ürünleri başka isimde (B Firması) ve çok daha ucuza satarak pazara girmişti. Başka isim almasının sebebi ise, insanların kazıklanmadıkları zaman malın yeterince iyi olmadığını düşünme dürtüsüydü. Neyse, bu çağın hastalığından en çok etkilenen ülkelerden biri de ülkemizdi maalesef ve şu muhabbetler çok sık dönmeye başlamıştı:
– Abi sakın B alma, çok kalitesizler mutlaka A al!
– B’nin tonu çok kötü, ağacı berbat, A ise bambaşka!
Burada A ve B aynı gitarın farklı isimlerle piyasaya verilmişi…
Daha da kötüsü, çok bilindik bir isim; kendisi de bu yazıyı okuduğunda hatırlayıp hem gülümseyip hem de kızacaktır, hazırladığım çok fena bir tuzağa düşmüştü yıllar önce. Kendisine 2 ayrı isimli aynı gitarla yaptığım kaydı dinletip hangisi iyi gitar hangisi kötü diye sormuştum. İkincisinin sesinin ne denli iyi olduğu, ilkinin ağacının çok kötü olduğu ve nasıl gitarın kendini belli ettiği üzerine yarım saat kadar vaaz dinlemiştim kendisinden! Aslında düşündüm de, umarım okumuyordur…
İşin eğlenceli kısmı bir yana, bir enstrümana yeni başlamış müzisyen adaylarının nispeten daha kolay etkileneceği bir gerçek. Bu yüzden, yeni başlayan birine tamamen objektif olarak anlatmak, bu sadece kendi fikrim diye söyleyebilmek gerekir.
Bir de olayın diğer yüzü var; tapınılan markalar ne kadar hak ediyor bu tapınılmayı? En bilinen basgitar markalarından birinin bin küsur dolara sattığı gitarların bir kısmının yapımında kalitesiz kavak ağacı (poplar – kibrit üretimi için ideal) kullandığı da ayyuka çıkan bir olaydı geçtiğimiz yıllarda. Çin’de üretilen modellerin üzerine “Made In USA” yazdırıp, daha sonra da insanların bir yandan Çin yapımı enstrümanlara isyan ederken bir yandan da bunların hakkında “Amerikan yapımı farkını belli ediyor işte!” diye atıp tutması da ayrı bir örnek.
Sonuç olarak demek istediğim; siz siz olun, bu marka hastalığına yakalanmayın, önyargılı olmayın. Kulağınız ile gerçekten duyduğunuza inanın ve sevdiğiniz tonları bilerek ona göre arayın size gereken enstrümanı. Unutmayın ki, gerçekten kaliteli bir enstrümanı elinize aldığınızda bile anlayabilirsiniz, yeter ki doğru dinleyin ve markasının sizi kör ve sağır etmesine izin vermeyin. Bir öneri daha, aramaya, araştırmaya inanın. Sonuçta kimse sizin istediğiniz ve beğendiğiniz tonu sizden iyi bilemez. Hayatınızdaki ukalalara tamah etmeyin.
Enstrümanınıza aşkınızın sonsuz olması dileklerimle…
(*)Eğer elinizde bir çalışma dokümanı bulunmuyorsa info@drumnbassmagazine.com adresinden benimle iletişime geçebilirsiniz.